Monday 14 November 2016
Paris
Le Jardin du Luxemburg. İlk sabah. Kahve ile konyak. Lenu ile Lila. Dev mutluluk.
Aylak aylak dolaşırken öğleden sonra kendimi Le Marais'de Rue des Rosiers'de buldum. L'as Du Fallafel diye büfe ayarı bir yerde bu falafel tabağını yanında İsrail birası Goldstar ile sipariş ettim. Biranın dark lager olduğunu önceden anlasaydım söylemezdim çünkü birada düz Pilsner'ciyim. Fakat bu tabak patlıcan kızartmasıyla, iki ayrı çeşit humusuyla, mor ve beyaz lahana salatasıyla, ferah salatalık ve domatesiyle enfes bir tabaktı. Önünden geçerken Obur Sincap güdülerimle girip yediğim yer meğer epey gözde bir yermiş, Wikipedi'nin yalancısıyım. Bir daha Paris'e gidersem buraya özellikle giderim.
Her sabah güzel francalalar, kruvasanlar, en sevdiğim karışık orman meyveleri reçelleri yedim.
Ladurée sağ olsun, Deniz'le blogumuza özel kutu hazırlamış. İçerdeki müthiş kuyruğa katlanırsanız 70 liraya 8 makaronlu sincap kutunuz olabilir. Ben yine dönerken havaalanından meyan köklü bir tane alıp geçtim. Makaronla ilişkim bu kadar.
Nespresso'nun seasonal kahveleri çıkmış. Avusturya teması güzel; Linzer Torte, Sacher Torte, Apfelstrudel. Sadece Apfelstrudel'i denedim; bir şey anlamadım valla. Oysa geçen sene Amaretto'lu kahve çok güzeldi. Hoş, sonra haliyle kalktı. Bir de kahve kapsüllerini Türkiye'de %100 daha pahalıya sattıkları için biz bu kahveleri hep on kutu falan alıp öyle dönüyoruz. Birkaç ay evvel Nespresso müşteri ilişkilerinden telefon ettiler ve neden kendilerinden artık kahve almadığımı sordular. Çok pahalı satıyorsunuz, böyleyken böyle dedim.
İçimizdeki dev tereyağı sevgisi. Ortadaki deniz tuzlu, içinde çıtır çıtır tuz var. Ohhh!
Yine steak tartare yedim. Gözüm beraberimdekilerin yediği somon tartare'da, ördekte kaldı.
Mama sandalyesinin bile böyle oluşuna çok güldüm.
Minik şeyler. Fransız Çokomel.
Geçen sene Aralık'ta gittiğimizde Noel pazarı haliyle kurulmuştu, Kasım ayında beklemiyordum. Görünce sevindim, iki kere gittim. Bu sıcak şarabın alkol derecesi ne acaba; sanki sıcak vişne suyu gibi. Ama mevsimsel hoşluklar işte tabii. Evet, yiyip içtiklerimin bir kısmı bu kadar. Fin.
Sunday 30 October 2016
Rusya: St. Petersburg
Moskova'dan sonra St. Petersburg'u da yazayım ve bu Rusya faslı bitsin istedim.
Moskova'dan St.Petersburg'a hızlı trenle gittik. Bundan bir önceki sözüm ona hızlı tren maceram İstanbul-Ankara arasıydı; acıkınca da tek alternatif ayıboğan büyüklüğünde ıslak ekmek arası streç filmin altında büzüşmüş domatesli sandviçti. Rusya'da ise hızlı trende havyarlı krep, somon yiyip prosecco içebiliyorsunuz. Hoş, krep sevmem, burada beni krebe yok yere bir şans daha tanırken görüyorsunuz.
Burada da çanta için puf vardı. Bu olay çok matrak bence.
Üç sabah aynı yerde kahvaltı ettik: Kazan Katedrali'nin karşısındaki Market Place; çünkü otele yakındı, çeşit boldu ve çok lezzetliydi. Her sabah yeni bir maceraya atılamadım, öngörülebilirlik ve kolaylık istedim. Burada bir sabah böyle sütlaç gibi, muhteşem bir yulaf lapası -kasha- yedim. Pirinç ve karabuğday lapaları da vardı. (Karabuğday lapası aynı zamanda Soldier's Porridge diye de geçiyor.) Fotoğrafa bakılırsa bir sabah da bol dereotlu ekşi krema ile havuçlu patates püresi yemişim. Çok güzel, sevimli bir yerdi.
Son gecemizde Vodka Museum'la iç içe Russian Vodka Room No.1 adındaki lokantaya gittik. Pelmeni, pirozhki, blini, ringa balığı ve saire bir sürü votka mezesi söyledik. Hoş da bir yer ama biz pek verim alamadık. Garsonumuz da çok suratsızdı. İğdeli kokteylleri Kopenhag'da deneyip sevdiğimden, burada iğdeli dondurma denemek istiyordum ama tatlısı kusur kalsın diyerek kalktık. Aile politikamız hesabı ödedikten sonra çemkirmektir. Burada da hesabı ödedikten sonra hostes kızlara surat ekşitmeden memnuniyetsizliğimi anlattım. Özür dileyip matruşka içinde votka hediye ettiler.
Kısa kısa:
- Rusya'da (ama Moskova mı, St. Petersburg mu şimdi hatırlayamıyorum) Tanuki diye bilindik bir Japon lokantasında sushi yemiştik. Oraların Sushi Co.'su sanırım; gayet de güzeldi.
- Tretkakov Gallery'nin kafesinde çok güzel medovik yedim. Medovik ballı Rus pastası. Yurdumuza onca Rus gelin geldi de, şu medovik pastayı bir tiramisu gibi kültürümüze katamadılar. Bu konuya çalışılsın biraz.
- Bizde Rus salatası, Amerikan salata diye geçen şey aslen Salad Olivier.
Moskova'dan St.Petersburg'a hızlı trenle gittik. Bundan bir önceki sözüm ona hızlı tren maceram İstanbul-Ankara arasıydı; acıkınca da tek alternatif ayıboğan büyüklüğünde ıslak ekmek arası streç filmin altında büzüşmüş domatesli sandviçti. Rusya'da ise hızlı trende havyarlı krep, somon yiyip prosecco içebiliyorsunuz. Hoş, krep sevmem, burada beni krebe yok yere bir şans daha tanırken görüyorsunuz.
Moskova'da bizi en etkileyen yer Cafe Pushkin iken St. Petersburg'ta da Belmond Grand Hotel Europe'un içindeki L'Europe Restaurant oldu. Ne olur ne olmaz diye, buraya iki ay önceden rezervasyon yaptırmıştım. Cuma akşamları bale gösterisi, Cumartesi akşamları caz dinletisi var. Burada şahane bir gece geçirdik. Şansımıza garsonumuz da çok iyiydi. Yani şöyle diyeyim, adam bize garsonlukta zirveyi gösterdi. Ve sanırım o da bizi sevdi çünkü bize devamlı Imperial Collection Gold votka ikram etti. Restoranın spesyali Egg in Egg dedikleri yumurta içinde trüf mantarlı çırpılmış yumurta ve Oscietra havyarı. Şahane bir şeydi. Beef Strogonoff da şahaneydi. Başka ne yediğimizi üzerinden bir seneden fazla geçtiği için hatırlayamıyorum ama tatlılar es geçilebilirdi, onu hatırlıyorum. Bu lokantadan güle oynaya çıktığımızda dışarıda hava hala aydınlıktı ve çok mutluyduk.
Üç sabah aynı yerde kahvaltı ettik: Kazan Katedrali'nin karşısındaki Market Place; çünkü otele yakındı, çeşit boldu ve çok lezzetliydi. Her sabah yeni bir maceraya atılamadım, öngörülebilirlik ve kolaylık istedim. Burada bir sabah böyle sütlaç gibi, muhteşem bir yulaf lapası -kasha- yedim. Pirinç ve karabuğday lapaları da vardı. (Karabuğday lapası aynı zamanda Soldier's Porridge diye de geçiyor.) Fotoğrafa bakılırsa bir sabah da bol dereotlu ekşi krema ile havuçlu patates püresi yemişim. Çok güzel, sevimli bir yerdi.
Son gecemizde Vodka Museum'la iç içe Russian Vodka Room No.1 adındaki lokantaya gittik. Pelmeni, pirozhki, blini, ringa balığı ve saire bir sürü votka mezesi söyledik. Hoş da bir yer ama biz pek verim alamadık. Garsonumuz da çok suratsızdı. İğdeli kokteylleri Kopenhag'da deneyip sevdiğimden, burada iğdeli dondurma denemek istiyordum ama tatlısı kusur kalsın diyerek kalktık. Aile politikamız hesabı ödedikten sonra çemkirmektir. Burada da hesabı ödedikten sonra hostes kızlara surat ekşitmeden memnuniyetsizliğimi anlattım. Özür dileyip matruşka içinde votka hediye ettiler.
Kısa kısa:
- Rusya'da (ama Moskova mı, St. Petersburg mu şimdi hatırlayamıyorum) Tanuki diye bilindik bir Japon lokantasında sushi yemiştik. Oraların Sushi Co.'su sanırım; gayet de güzeldi.
- Tretkakov Gallery'nin kafesinde çok güzel medovik yedim. Medovik ballı Rus pastası. Yurdumuza onca Rus gelin geldi de, şu medovik pastayı bir tiramisu gibi kültürümüze katamadılar. Bu konuya çalışılsın biraz.
- Bizde Rus salatası, Amerikan salata diye geçen şey aslen Salad Olivier.
Friday 28 October 2016
Denedik: Elmalı-Tarçınlı Votka
Homemade apple pie vodka. Linkte yer alan tarifi denedim. Kemerlerimizi bağlayalım, sağlam giydiricem. Votkanın ve suyun içinde elma, tarçın ve (benim es geçtiğim) şeker şurubunun iki gün bekletilmesiyle yapılan tarif elmalı votka desen değil, elma likörü desen değil.
Votka desen, elmalı votkaların o ferah, o crisp tadı bunda yok. Likör desen elma likörünün de şurubumsu, katmanlı tadına da sahip değil. İnceden çürük meyve tadı sezilen, iki arada bir derede bir şey oldu. Shot niyetine içsem evde shot atmalık şahane şeyler var, bunu ne yapayım? Soda katıp spritzer olarak denedim, o da ayrı keyifsiz bir içecek oldu. Sadece yarım cup votkayla deneyerek çok iyi yapmışım. Daha iyisi hiç denememek olurmuş. Dökerim ben bunu, içmem.
Elma likörü demişken, geçen sene vişne likörünün yanına çok güzel bir elma likörü yapmıştım. Bu sene ahududu likörü yapıyorum. Elmalı votka demişken, bence en güzeli Binboa Red Apple ama epeydir görmedim. Kalktı mı acaba, ne oldu?
Thursday 27 October 2016
Nohut Salatası
Eski blogda yer alan bir nohut salatası tarifimiz geçenlerde istek alınca sevindik. Buyurun:
100 gr. haşlanmış nohudun içine bir tatlı kaşığı kuru sarımsak, 1 tatlı kaşığı kuru maydanoz, 1 tatlı kaşığı kabak çekirdeği
içi, minik küpler halinde doğranmış iki domates, 1 dilim beyaz peynir ve 1
çorba kaşığı nar ekşisi koyuyorum. Yağ yok. Alternatif
sos: zeytinyağı, elma sirkesi, limon, tuz, sarımsak.
Sunday 23 October 2016
Mısır Mücver
Cuma günü tarifine şu linkten ulaşabileceğiniz Mexican corn cakes'i denedim; linkte mis gibi fotolar var fakat fotoğraf bizim fortemiz değil, artık hep birlikte olanla idare edeceğiz. (Sahi, fortemiz ne ki bizim?) Ben buna mısır mücver adını taktım, bence haksız da sayılmam.
Arif'in tarifine artık kendi blogundan bakarsınız, başkasının tarifini kopyalayıp yapıştırmayalım şimdi. Fakat ben asıl tarifte epey değişiklik yaptım:
3 kutu (150 gr x 3) konserve mısır kullandım. 4 sap taze soğanı ve 2 avuç jalepeno turşusunu mikrodalgada mısırla birlikte pişirmedim; taze soğanla turşuyu tavada yağsız çevirip öyle kullandım. (Ve şunu keşfettim; jalepeno biberlerini tavada çevirmek biberlerin acısını epey öldürüyor. Tercih size kalmış.) Ben evdeki kepekli unu bir daha almamak üzere bitirmek istediğim için, mısır mücverlerimin rengi altın sarısı olmadı. Tarifteki gibi beyaz unla daha parlak sarı gözükür. Ha, tabii bir de şu var; bizde self raising flour satılmadığı için haliyle 1 çay kaşığı kabartma tozu ekledim. Son olarak o sırada evde çedar olmadığı için beyaz peynir koydum, gayet güzel oldu.
Bu mısır mücverini geçtiğimiz Cuma denemek için yaptım. Bu Cuma tekrar yapacağım ama bu sefer jalepenoyu olduğu gibi koyarım, daha çok kabarsın diye beyaz una 2 çay kaşığı kabartma tozu karıştırırım ve çedarla denerim.
Son olarak resimde gördüğünüz mücverleri tavada yağsız kızarttım, sonra hemen ocak başında bekleyerek bir şey kızartmaktan baydım ve kalanı dibi yağlanmış, orta boy bir Borcam'a blok halinde yayıp fırınladım. Gayet güzel oldu. Fakat bence tavada yağsız kızartmakla fırınlamak arasında pek de bir fark yok. Oysa tabii ki tavada yağından kısmadan yaparsanız çıtır çıtır olur. Ama Cuma arkadaşlarımız için uğraşıp kızartacağım galiba, bakalım.
Bir de soğuk kabak mücver yine güzeldir de, bu ertesi güne ısıtılınca o kadar güzel olmuyor çünkü mısır sertleşiyor. Yanında tava yoğurdu ve ekstra jalepenoyla yedim. Asıl tarifte yorum kısmında sarımsak ekledim diyen var, yanında Sriracha da iyi gidiyor diyen var. Fotoğrafım çekici değil biliyorum ama lezzetli bir şey bu, yaparsanız bunlar aklınızda olsun.
Thursday 20 October 2016
Evlilik ve nohut
Evli olmanın, biriyle birlikte yaşamanın acayip halleri var.
Birlikte yeni bir zümre oluyorsun, insanlar size bilmem kimler diye hitap
ediyor. Acayip bir dil geliştiriyorsun, ortak bir bütçen oluyor, sosyal
hayatini sadece pasa gonlunun istediği gibi degil, başka birinin dilek ve
isteklerini göz önüne alarak yaşıyorsun ve en bence en ilginci alıştığından farklı şeyler yiyorsun. Mutfağın, onun ve senin sevdiğin şeylerden olusan
acayip bir hibrit oluyor. Ağız tadı birbirinden çok farklı insanlar icin sorun yaratmaya müsait, gergin bir durum
bu. Ağız tadı bu, soyadı gibi değiştirdim demekle olmuyor, yorganı çekmemeyi, çoraplarını ortaya atmamayı öğrendiğin gibi yeni tatları öğrenemiyorsun çünkü. Benim evliliğimde bu çok da büyük bir problem olmadı, kocam
da ben de herseyi yiyebilen, uyaroğlu insanlarız. Tek bir konu hariç: Nohut.
Bildigimiz, turk mutfaginin temel taslarindan biri olan
nohut yemegi benim büyüdüğüm evde belki üç yılda bir kere salçalı, kuş başı etli, normalde esnaf lokantalarında yemeye alıştığımız gibi pişerdi. Bu halini de cok sever, hiç şikayet etmeden
(zaten uc yilda bir kere yiyorsun, ne şikayeti olacak) yerdim.
Meğerse kocamin evinde nohut sık sık ve cok farklı pişermiş.
Sonuçta birkaç benim seklimde pismis nohut yemeginden sonra pes ettim, bir kere
de onun istedigi gibi, minimalist sekilde pisirmeye karar verdim. O gun
bugundur bize nohut soyle pisiyor:
-
2 Su bardagi islatilmis, haslanmis ama dise
gelen nohut
-
500 –
750 gram kadar kemikli, ilikli dana eti
-
2 iri
havuc
-
500
gram shallot (arpacik sogandan buyuk,
yemeklik sogandan kucuk soganlar, butun olarak birakilacak)
-
Tane
karabiber
-
1
yemek kasigi sirke
-
Defne
yapragi (1 adet)
1.
Derin
ve kalin dipli bir tencerede, veya duduklu tencerede et parcalarini az
zeytinyaginda muhurluyoruz. Bunu gerekirse iki uc parti seklinde yapip et
parcalarinin guzelce renk almasina musade etmek lazim.
2.
Ilikli
kemikleri etten bagimsiz olarak aldiysaniz, onlari da soyle bir renk alana
kadar ateste tutun.
3.
Etlerin
hepsi guzelce renk aldiysa duduklu tencereye aliyor, kaynar suyu, defne
yapragini, 1 yemek kasigi sirkeyi ve tane karabiberleri ekleyip tencerenin
dudugu ciktiktan sonra 45 dakika kadar, yumusacik olana kadar pisiriyorum.
4.
Etler
pistikten sonra defne yapragini cikariyor, havucu, soganlari ve nohutu ekliyor
bir 30 dakika (veya nohutlar yumusayana kadar) daha pisiriyoruz. Gerekirse daha
sicak su ekliyoruz.
Gordugunuz gibi
salca yok, biber yok. Haslamanin nohutlu hali gibi, epey sulu, corba gibi bir
yemek. Cok basit ve –itiraf etmeliyim
ki- salcali halinden cok daha lezzetli.
Kemiklerin
iliklerini kizarmis ekmege surup tuz ve karabiberle yemeyi unutmayin sakin.
Afiyet olsun!
Tuesday 18 October 2016
Klobasa
İşte Denizbey'le ortak en sevdiğimiz şeylerden klobasa/kielbasa. Kabaca şöyle tarif edebilirim herhalde; yerine göre farklılık gösteren, pek çok çeşidi bulunan, Slav işi domuz sucuk. Tavadakiler Slovakya'dan.
Buğdaylı, narlı, ekşi şahane salata. İçinde ayrıca mısır, taze soğan, maydanoz, dereotu var. Klobasalar. Ekşi ekmek. Bira. Muhteşem bir yemekti.
Eduard'ın ilk kez yaptığı, şahane humus. Üzerinde klobasayla. Pastırmayı çemensiz olursa seviyormuş, çemen ağır geliyormuş, öyle dedi.
Fransız işi frambuazlı brendi. Bunun armutlusunu da denemiştik; asıl iş frambuazlısında.
Çikolatalı ufak şeyler
Vişne liköründen artan vişneleri şu şekilde değerlendiriyorum: bitter çikolatayı benmari usulü eritiyorum ve sonra her birinin içine bir vişne koyduğum bu ufak çikolata kalıbına boşaltıyorum. Bu kalıbı almadan önce buz kalıbında yapmıştım, onunla da gayet güzel oluyor ama çikolataları bu silikon kalıptan çıkarmak haliyle çok daha kolay. Bu kalıp için o kare çikolatalardan 1,5-2 paket gidiyor. Yani ufak tefek görmemek lazım; 6-7 tane yeseniz aslında bir kalıp çikolata yemiş oluyorsunuz.
Evet, kalıbın dibine önce azıcık çikolata döksem ve vişneyi sonra koysam, ardından üzerine tekrar çikolata döksem daha iyi gözükür ama bu içi dışı bir hali de bana çirkin gelmiyor.
Bunları da Pinterest'te görmüştüm; evde bir avuç kalmış bademi benmaride kalan çikolatanın içinde şöyle bir çevirdim. Hem önce çikolatanın içine tuz ekledim, hem de sonra bademlerin üzerine tuz serptim. Tuz derken şu değirmende çektiğimiz Himalaya tuzu, deniz tuzu gibi tuzu kastediyorum. Tuzlu çikolata benim en sevdiğim şeylerden, bence bademle işi bozmaya gerek yok bile.
Denedik Film Festivali Fiyasko Martini
Biberiye şurubu. Sanki çam ormanlarını tencereye atmışım. |
Bu blogda yer alan başka bir tarifi; Amaretto'lu armudu yapacaktım ama baktım, tarif yine şurup ve saire ile başlıyor, vazgeçtim. Tatlı sevsem de, benim şeker eşiğim bu kadar yüksek değil.
Sonra yazın Viyana'da biberiyeli çok güzel bir cin-tonik içtiğim için klasik cin-sodaya 2 çay kaşığı biberiye şurubu ekledim. Onu da sevmedim. Onu da döktüm. Cin-sodanın içine bir dal biberiye atmak çok daha iyi bir fikir. Evet, artık önümüzdeki tariflere bakıcaz.
SaveSave
Friday 14 October 2016
Slovak gecesi: bryndzové halušky
Kankalarımız Slovak. Geçtiğimiz Cumartesi bize benim onlardan öğrenip çok sevdiğim Slovak spesyali Bryndzové halušky ile Macar gulaşı yaptılar. Bırindzove haluşki diye okunan yemeğin tarifi şöyle:
700 gram patates rendenin ince tarafıyla rendeleniyor, 500 gram un ve biraz tuzla karıştırılıyor ve böylelikle bir hamur yapılıyor. Bu hamur ne çok cıvık, ne çok katı olmalı. Foroğraftaki rende bu işe özel bir rende. Sadece delikler var, keskin değiller.
Su kaynayınca rende tencerenin üzerine oturtuluyor ve hamur bir spatula yardımıyla eziliyor.
Suya düşen minik parçalar pişince yüzeye çıkıyor. Sonra bunu makarna gibi süzüyoruz.
Bryndza Slovakya'ya has, epey keskin kokulu bir koyun peyniri. Bryndza yerine kullanabileceğim bir peynir bulacağım. Bu peynir normalde sour cream, yoklukta yoğurt ile karıştırılıyor.
Buna haşlanmış hamur parçacıkları ve kızarmış bacon parçacıklarını ekleniyor. Ucuza kaçan restoranlar bacon'ın yağlı kısmını koyuyor, bunu haliyle sevmiyorum. Ama evde yağı ayıklanmış, güzel bir bacon ile yedik.
Üzerine frenk soğanı ve karabiber. Hafif ekşi, nefis bir yemek.
Yemekten sonra Hırvat işi kekik likörü ile Macar işi armut şnaps içtik. Kekik likörü haliyle tatlı tabii ama dört kez distile edilmiş şnaps çok iyiydi. Slovak arkadaşlarımız sayesinde epey armut şnaps içtiğim için artık o kıyası yapabiliyorum.
Thursday 13 October 2016
Köfte 101
Her evin, her
insanın en azından bir ızgara, bir de sulu köfte tarifi olur. O tarif yıllar
içinde orasından burasından çekilerek değişir, acayip şekillere girer. Obur Sinco’nun köfteden sorumlu kuyruğu
olarak size kendi köftelerimi -püf noktaları ile birlikte- anlatayım dedim.
Izgara köfte de,
sulu köfte de yapacaksanız ilk işiniz kasabınızla iyi bir arkadaşlık kurmanız.
Ben sair zamanlarda helal et diye özellikle tutturmasam da, köftelik kıyma
konusunda Türk kasabından, helal etten şaşmam. Kasabımız İsmail de köftelik
kıyma dedim mi kuzu dana karışık, orta yağlı güzel bir eti gözümün önünde
çeker, verir. Siz de kasaba iyi
davranın, sonra kötü kıymadan kilolarca köfteyi yerken çok ağlarsınız.
1. Izgara köfte –a.k.a ‘çalışan
insanın kurtarıcısı -bir kilodan yoğur, buzluğa at, gerektikçe çıkar pişir
köftesi’.
Malzemeler: 1 kg
kıyma, 3 beyaz yemeklik soğan, ekmek içi veya galeta unu, 1 yumurta, tuz,
karabiber, kekik, tatlı toz biber, 3-4 yemek kaşığı parmesan rendesi, çok az
karbonat, kıyılmış birkaç tutam maydönöz, birkaç damla Worcestershire sos.
İşe soğanınızı
robotta püre gibi olana kadar çekerek başlıyorsunuz. Püre olmuş soğanın fazla
suyunu süzgeç ve kağıt havluyla alıp oluşturduğunuz soğan püresini ve kalan
bütün malzemeleri kıymaya ekleyip özlesene kadar yoğuruyorsunuz. Köfteye şekil
vermeye başlamadan evvel kıyma topagini cop cop diye atıp tutmak, ardından da
bir köşede on dakika bekletmek çok iyi olur.
Bu köfteye
parmesan eklememin nedeni peynirli köfte tadı yakalamak değil, parmesanı bir
tür tatlandırıcı olarak kullanıyorum. Bu model köfte
buzlukta yorgun olduğunuz, yemek hazırlamaya üşendiğiniz günleri bekleyebilir,
önden bir çorba, yanına bir zeytinyağlı ile mükellef bir öğün de olabilir. Dilerseniz sarımsak da ekleyebilirsiniz ama
ben dondurulmuş yiyeceklerdeki sarımsak kokusunu sevmediğimi farkettiğimden
beri artık eklemiyorum. Bizim evde bu köftelere illa ki oval şekil verilir ama
siz köftenizi dikdörtgen veya yuvarlak yapsanız da aynı sonucu alırsınız.
2. Sulu köfte – a.k.a ‘Evde sanki
esnaf lokantası yemeği gibi yemekler pişirmek istiyorum’ köftesi.
Malzemeler: 1 kg
kıyma, 3 beyaz yemeklik soğan, ekmek içi veya galeta unu, 1 yumurta, tuz,
karabiber, kekik, acı toz biber, kimyon, 1 yemek kaşığı biber salçası.
Tıpatıp ızgara
köfte hareketlerini izliyor, bu sefer köftelerimiz oval yerine parmak şeklinde
şekillendiriyoruz. Bu köfteyi dilerseniz patates, sivri biber, havuç ve bezelye
ve salçalı su ile İzmir köfte haline getirebilirsiniz, isterseniz
patlıcanlı domates dilimli yapar, yanına
bir pilav patlatırsınız. Sebzeleri ince keser, fırını yüksek derecede
çalıştırırsanız sebzeleri önceden pişirmenize gerek yok, merak etmeyin. Sadece
pişirirken üstünü fırın kağıdıyla kapatın da yemek yanmasın, pişmeye yakın son
on dakikada üzerini açıp kızartirsiniz.
Fırını ısıtacak
kadar bile vaktiniz mi yok? O zaman köfteleri sahana alın, salçalı su yapın,
sağına soluna sivri biber, domates dilimleri sıkıştırın ve eski değerimiz olan
sahan Köfteyi tekrar mutfağınıza sokun.
3. Mini köfte - a.k.a 'Minik minik ‘çorba istiyorum ama
biraz da doyurucu olsun' köftesi
Malzemeler: 500
gram kıyma, 1 büyük beyaz soğan, ½ cup kinoa, karabiber, tuz.
Püre ettiğim
soğanı, tuz karabiber, kinoa ve kıymayla iyice yoğurup bir kenara alıyorum.
Büyükçe bir tepsiyi unlayıp önüme bir bölüm dizi, belgesel vs. açıyor minik
minik (tırnak büyüklüğünde) köfteler yuvarlıyor, paketliyor donduruyorum.
Sonrası yoğurtlu, mercimekli veya sebzeli çorbalarda her gerektiğinde elimin
altında olan köfteler. Kinoa kullanmak istemiyorsanız pirinç veya bulgur veya
ikisinin karışımını da ekleyebilirsiniz.
Subscribe to:
Posts (Atom)