Friday 26 February 2016

Sunny Side Up!


Uyandıktan çok sonra kahvaltı edebilenlerdenim, çalışmaya ara verip öyle kahvaltı ediyorum ama bu sabah nasıl aç kalktıysam okuduğumu anlayamadım ve kendime hemen büyük kahvaltı hazırladım. Bu sıraların favorisi star as sandviçim, Tyrells patates cips, Brie ve incir chutney ile The Office izleyerek kahvaltı ettim. Şimdi de koyu bir kahve eşliğinde bunları yazıyorum.

Bu sandvici kendim uydurdum. Uno'nun sandwince ekmeği ile yapıyorum. Bu ekmekleri çok seviyoruz; yalnız koskoca Uno İngilizce sandviç yazmayı mı bilmiyor, olayda benim anlayamadığım bir kelime oyunu mu var ona hakim değilim.

Ekmekleri kızartmadan, hafif ısıtıyorum. Sonra Torku krem peynir ya da Kiri labne sürüyorum. Markalarını bunları seviyorum diye yazdım; Pınar labne sürseniz her şey yıkılacak değil elbet. Ayrıca bugün bunların hiçbiri yoktu, bir şey süremedim. Ama sürelim, öyle daha güzel oluyor. Sonra pesto sos ve incecik dilim beyaz peynir. Yağ içinde satılan güneşte kurutulmuş domateslerden. Yumurtayı da böyle sarısı kesildi mi akacak şekilde yağda kızartıyorum. Bazen kapalı, bazen açık sandviç gibi servis ediyorum. Yanına roka, cips falan da eklerseniz hafta sonu kahvaltısında evde bistro tadı yakalarsınız.

Monday 22 February 2016

Pazar Sofrası

Bu Pazar bizim evde şöyle yendi:


Soldan sağa sayıyorum: Nigella Lawson’un yeni serisi Simply Nigella’da gördüğüm kalamarlı şehriye pilavı. Yanına – neredeyse- yunan salatası.  Son anda kudurduğum için hellim peyniri kızartması. Hellimleri sanki kefalotiri saganaki yapıyormuş gibi una batırıp kızarttım ve yanında limonla servis ettim.

Sonra Deniz niye şişmanlıyor? İşte bundan.

Kalamarlı şehriye pilavının tarifini şuradan aldım ve tahmin ettiğimden daha çok beğendim.  Ben bunu repertuarıma alır, rakı sofrasına mezelerden sonra tek sıcak olarak da, şarap içerken deniz mahsüllü makarna yerine de çıkarırım. Kalamar yerine midye veya kalamar/midye karışık da olabilir. Ama midyeler o kadar uzun pişmeye pek gitmeyeceği için son anda eklenebilir. Eminim başka pek çok değişiklik de kaldırır ama bence dereotunu ve rezeneyi çıkarmayın tariften. Yoksa tadı biraz baygın kaçar diye düşünüyorum.

Friday 19 February 2016

8 No'lu Dosya

Annemin evinde dolapta sürünmüş, kimsenin yemeye niyetinin olmadığı yemekler için kullanılan bir tabir vardır. O yemekler atılmaz, dökülmez ama ‘8 numaralı dosyaya kaldırılır'. Bu lafın kaynağını da, başka bir evde kullanılıp kullanılmadığını da bilmiyorum, ama bu böyledir.

Benim evimde hiçbir şey 8 no’lu dosyaya kalkmaz. Yemek atmayı ayıp addederim, son kullanma tarihi kavramını süpermarketlerin bir oyunu olarak görürüm. Siz sormadan söyleyeyim, hayatımda hiç kendi pişirdiğim birşey yüzünden zehirlenmedim ve hiçbir misafirimi de zehirlemedim.


Geçtiğimiz haftalarda korkunç kötü bir kuru fasulye pişirdim. Salça yerine şişelenmiş domatesle pişirdiğim için tatlımsı bir tadı vardı. Üstüne üstlük soğanı da azdı. Haşlak haşlak olmuştu. Her korkunç kötü yemek gibi onu da tonlarla pişirmiştim üstelik. O korkunç fasulyeyi bir sefer kuru fasulyeymiş gibi yanında haşlanmış pirinçle yedik ama baktım olacak gibi değil, hemen çeşitlemelere gittim.


1. Parmesan ve galeta unu ile fırınlamak: BUNU YAPMAYIN. Son anda dalgınlıkla kabuğu da yakınca üzerine tam tüy diktim. Anlamsız bir denemeydi.


2. Guacamole ve taco ile: Kuru fasulye ve pirincin yanına güzel bir guacamole yaptım, üzerine bolca kişnis serptim, tacoların içine koyup, üzerine lime sıkıp yedik. Aldığım kaloriye değer miydi? Elbette hayır ama bu bir onur meselesi.


Korkunç kuru fasulyeden daha bir bu kadar daha var. Derin dondurucuda başka cin fikirlerimi bekliyor. Öneriniz varsa lütfen haber verin, çünkü hayat kötü kuru fasulye yemek için çok kısa.

Wednesday 17 February 2016

Spiral Rende



Öncelikle şunu söylemem lazım; geçen ay spiral rende denen şeyi keşfedip sipariş veren beyime o vakit ses etmesem de bu zamazingoyu aslında, "Hah, zaten bir sen eksiktin mutfak plastiği! Neyse ki küçükmüş," diye karşıladım. Bir ay boyunca da gözümün ucuyla her gördüğümde bir an için, "Ne ara kum saati aldık yav?" falan diyecek kadar alakam olmadı aletle. Sonra Instagram'da bir hesapta bununla yapılmış bir tarif görünce, "Aa, bizde de olacaktı bundan, hadi bir deneyeyim bari," dedim. Netice: Bir senedir soğuduğum için hiç kabak yemezken gün aşırı kabak yer oldum. Makarna krizlerini güzel törpüleyen bir alet.      


Bakınız burada o kalemtıraş gibi şeyle yaptığım kabak makarnası. Kabak makarnası? Ne denir, bilemedim ama anladınız işte. Resimdeki sos pesto, yoğurt, parmesan. Sonraki versiyonlarda buna şeri domates de ekledim. Bu leziz tabak bir de o kadar pratik ki; yemek yapmaya elimin pek de gitmediği akşamlarda hemen bundan yaparım diye, bir süredir buzdolabında hep kabak bulunduruyorum.

Bolonez sosla da denedim ama sevmedim. Muhtemelen canımın hiç et çekmediği bir dönemde olduğum için öyle oldu. Yoksa sevilmeyecek hiçbir şeyi yok. Sırada zaten önceden makarnada da kullandığım avokadolu-sarmısaklı sos ve Billur'un önerisi krema-keçi peyniri-cevizli sos var. Bilhassa bu ikisinden çok ümitliyim.

Spiralizer diye aratınca Pinterest'te bir sürü tarifi bulunabilir. Bu aletle yapılmış tariflerin yer aldığı yemek kitapları da var. Ben henüz kabaktan öteye gidemedim ama sırf kabak için bile değer. Eşe dosta bile dört tane daha aldık.  

Monday 15 February 2016

Muzlu-Yulaflı Kurabiye

Eski tarifleri tekrar ziyaret edebileceğimizi söylemiştik; bu kurabiyelerin tarifi eski blogda da vardı ve şöyleydi; 1 muz için ölçü yarım cup yulaf. Muzu ezerek yulafla karıştırıyoruz. Ben içine çikolata parçaları ve Hindistan cevizi ekledim ama istersek ayrıca badem, fındık, ceviz gibi şeyler de ekleyebiliriz. 1 muzdan 8 küçük kurabiye çıktı. Sonra bu kurabiyeleri yağlı kağıt üstünde 200 derecede 10-15 dakika fırınlıyoruz.

Fırından çıkınca. 


Kararmış muzları atmaya elim gitmiyor, smoothie yapmayacaksam bu şekilde değerlendiriyorum. Dün ise tarif üstünde oynadım: 1 muz için yarım cup yulaf hala aynı. Kurabiyeleri iki muzdan yaptığım için 1 cup yulaf kullandım ve bu sefer bunun içine 1 çorba kaşığı chia tohumu, biraz ceviz ve yine Hindistan cevizi rendesi ekledim. 16 kurabiye çıktı. Kurabiyeleri önceden 200 dereceye ısıtılmış fırında 13 dakika tuttum. Bu ayarlar herkesin fırınına göre değişir elbet. 





Bu sefer kurabiyeleri çikolatayla kaplamaya karar verdim ve Marie'nin banyosu usulü erittiğim çikolatanın içine biraz ghee ekledim ama tereyağı da aynı işi görür.   


Neticeyi görüyorsunuz. Biraz çikolata artınca iki dilim portakalı da çikolataya bandırdım. Ziyancılık sevmem. Evin beyi ise bunlara ayıldı bayıldı.  

Saturday 13 February 2016

Çünkü kızlar kek pişirir.


Çoğu kız çocuğu yemek pişirme kariyerine kek pişirerek başlar. Kolay, yağmurlu bir akşamüstü hemen çırpılıp tatlı tatlı yenecek bir anne keki mesela. Çoğu genç kadın da illa ki bir manitaya kek pişirmiş, kalbe giden yolun mideden geçip geçmediğini test etmiştir. 

Benim kendi kendime ilk pişirdiğim yemek -ki bu annemin her fırsatta hatırlatmaktan bıkmadığı bir anıdır- kek değil, zeytinyağlı kerevizdi. Manitacılık için pişirdiğim keklerin hiçbiri istediğim etkiyi yaratmadı. 2013’de Gezi olayları sırasında burada deli köpekler gibi uyuyamaz ve yerimde oturamazken sanki herşey iyiymiş, normalmış gibi yapmak için üst üste pişirdiğim kekler yüzünden kek olayına biraz mesafe koyduğum bile söylenebilir. Hiçbir şekerli hamur o zamanki öfke ve üzüntümü dindiremezdi, ama yine de eriklisinden limonlusuna, hepsini denedim.
Hollanda'da kuver at nalı şeklinde belli ki.
Burada yazıları siteye ben koyuyorum diye gönlümce
at koşturuşuma şahit oluyorsunuz. - Müge

Kendi kendime geliştirdiğim ilk gerçek tarifin bir kek tarifi olması bu açıdan komik. Belki de bu, en azından yemek tarifi kariyerime normal bir şekilde başladığıma işarettir.

Ricotta ve portakallı kek

120 gram esmer şeker + (30 gram kalıbın dibi için)
250 gram ricotta (ricotta yoksa lor da güzel olur bence)
1 limon, 1 portakal ve 1 lime kabuğu
¼ tatlı kaşığı tuz
½ paket kabartma tozu
50 gram bitter çikolata (minik minik kıyılmış)
1 yemek kaşığı kadar içki (ben triple sec kullandım)
120 ml zeytinyağ
2 yumurta
1 cup un
1 cup badem unu
25 cmlik baton kek kalıbı

1. Öncelikle fırınınızı 175 dereceye ısıtın. Kek kalıbını yağlayın ve yağlı kağıt ile kaplayın.  Portakaldan incecik dilimler kesin. Her dilimi de ikiye bölüp ‘D’ şekli elde edin.

2. 30 gram şekeri azıcık şu ile inceltip bulamaç kıvamına getirin. Kalıbın dibine bu şekerli bulamacı iyice döşeyin. Portakal ‘D’lerini mümkün olduğu kadar üst üste getirmeden kalıbın dibine yerleştirin.


3. Şeker ve narenciye kabuklarını iyice birbirine yedirin. Bu işlemi ellerinizle yaparsanız elleriniz mis gibi kokacak.


4. Aromalanmış şekerinize bütün ıslak malzemeyi, yani yumurta, zeytinyağı, içki, ricottayı ekleyin. Şöyle bir karıştırın.


5. Bütün kuru malzemeyi de ekleyin, karışımı kalıba döküp 55 dakika kadar pişirin.  50. dakikadan sonra gözünüz üzerinde olsun, pişip pişmediğini kürdanla da kontrol edin.

Zeytinyağı ve ricotta kekinize yumuşak ve hafif bir tat verecek, badem unu da kekinizin ikinci gününde daha lezzetli ve nemli olmasını sağlayacak. İsterseniz çikolata parçalarını kullanmayıp yerine ezilmiş bir iki kakule tohumu da atabilirsiniz.

(Ben mutfağa zeytinyağlı kerevizle giriş yapan kadından korkarım, arkadaş! Sizler ne yaparak başladınız? - Müge)


Monday 8 February 2016

Düdüklü ve Ben - veya How I stopped worrying and loved the bomb.

Öyle herşeylerin habire ‘düdüklüye’ atıldığı bir evde büyümedim.  Annem düdüklü tencere kullanmazdı. Ayrıca düdüklü tencereleri netameli ve tehlikeli de bulurdu. Bunun üzerine çocukken en sevdiğim kitaplardan biri olan Pofuduk’un ana karakteri olan Pofuduk’un o güzel yüzünü patlayan düdüklü tencere ile yaktığını da unutamadığımı düşünecek olursanız konuya uzaklığımı tahmin edebilirsiniz.

Kocam ise daha evliliğimizin ilk gününden beri düdüklü tencere aşkı ile yandı tutuştu. Sonuçta nihayet bu yıl emeline kavuştu da bir tencere edindik. İki değişik büyüklükte tencere olması daha pratik geldiği için biz WMF'nin şu modelini seçtik. Zaten WMF param oldukça bütün mutfak araçlarımı upgrade etmek isteyeceğim kadar sevdiğim bir marka.

İlk başta çok korksam da hemen alıştım. Artık tenceremle nefis bir takımız. Bakliyattan gayri, etli fasulye yemeği mi? Onbeş dakika. Kuzu incik haşlama? Yarım saat. Haşlanmış mısır? On dakikada tabakta. Pancar turşusu için pancar haşlamak mı? Yirmi beş dakika. Ve en önemlisi, nihayet yemeklerim, çorbalarım doğru dürüst yapılmış et suyu, kemik suyu gördü.

Niye bunca yıldır bu kadar ertelemişim hiç anlamadım. Buharını dikkatle çıkarırsanız korkacak birşey yokmuş. Hala kapağı açtığımda tamamen ezilmiş fasulyeler görür müyüm diye endişeler yaşasam da klavuzuna dikkat edince bir sorun çıkarmıyor. Tencere yemeği seviyorsanız ve/ya çocuğunuz varsa, vaktiniz yoksa ve hala düdüklünüz yoksa ilk fırsatta alın derim.

Deneyimli düdüklü tencereciler, (kısaca düdükçüler dememek için zor tutuyorum kendimi) siz başka neler yapıyorsunuz tencerenizde?

Sunday 7 February 2016

Çorba Challenge: 12 Ay 12 Çorba: Çorbalık Et Suyu

Bu ay ezo gelin ve sebzeli mercimek çorbası deneyerek geçti. İlla söyletmeyin, bir tarif veremediğime göre anlayın, olmadı işte. Fakat çorba suyu da önemlidir ve 12 ay kolay geçmez, sevgili yüz clicker'ımız ve tek resmi takipçimiz Sayın Hilal Dora. O yüzden bu ay çorba bazı olarak kullanılmak üzere bu tarifi veriyorum.


Düdüklü tencerede Migros'tan hazır paket içinde aldığım bir kilo kadar ilikli dana kemik var. Ayrıca tane karabiber, havuç, kereviz ve yarım demet maydanoz var. Geçen sefer bir şey koymamıştım ama kemikleri her daim böyle şeylerle haşlamakta fayda var çünkü kokusu bile bambaşkaydı bu sefer. Düdüklü tencereye alabildiği yere kadar su koyuyorum ve 75 dakika pişiriyorum. Evet, o kadar uzun.

İçine koyulabilecek diğer malzemeler: patates, soğan, sarımsak, yeşil biber, pırasa, rezene, defne yaprağı, kekik, biberiye.


Pişince böyle gözüküyor. İnce süzgeçten geçiriyorum ve üstte biriken yağını da biraz alıyorum açıkçası. Biz ilikleri yemiyoruz. Bundan iki tencere çorbalık malzeme çıkıyor. Yarısını hemen kullanıyorum, kalanla bir hafta içinde o şahane çorbalarımdan ya başka bir tane daha yapıyorum ya da sonrası için buzluğa kaldırıyorum.

Hazır bu işlere girişmişken stock ile broth farkını da öğrendim. Kısaca şöyle:

Broth; içinde herhangi bir et pişirilmiş su. İlla et, tavuk olmak zorunda da değil; balık suyu, sebze suyu, hatta bakliyat suyu da oluyormuş. (Hatırlarsanız, geçen ay yayla çorbasını haşlanmış nohudun suyuyla yapmıştım.) Genelde çeşnilendirilmemiş ve sonrasında başka bir yemekte kullanmak üzere hazırlanmış aromalı su.

Stock; bunun için işin içinde mutlaka kemik olması lazım. Kemiklerin, iliklerin içindeki jelatin suya bırakması için uzun pişiriliyor ve bunun neticesinde daha kıvamlı oluyor. Çorbada, yemekte kullanılacağı gibi kendi başına da içilebiliyor. Bazen içine şarap da eklenebiliyor.